Sensiz

Karadenizin bana davetiye göndermesiyle başladı aslında her şey.. her şeyden uzak kalışımın yavaş yavaş sona ermesi ve yavaş olmayacak kadar hızlı başlamasıyla oldu bitti anlatmak istediklerim..

Sessiz, çok sessiz bir halim vardı önceleri.. "günaydın'lardan, merhaba'lardan, nasılsın'lardan" uzaktı benim sessizliğim.. kimseyle konuşamayacak kadarda sessizdim, konuştuğum vakit yüzüm kızarır, kelimelerim boğazımda düğüm düğüm olur ve kendimi en rahat hissettiğim ana kadar ağzımı bıçak açmazdı.. geride bıraktığım yıllardan aldığım destekten olsa gerekirki uzak olmaktan uzaktım sessiz olduğum kadar. Yıllarımı yalnız, tek başıma ve kızlardan uzak olmasından mıdır nedir, sınıfımda o kadar kızı hiç birarada görmediğimden vardı galiba üzerimdeki bu çekingenlik. Yanlış anlaşılmalar eksik olmuyordu başımdan, bir kızın bana "günaydın mehmet" demesi dahi yetiyordu buna.. anlatmakla bitirebileceğimi düşünmediğim üniversitedeki bu ilk yıllarım sonradan, ama yakın bir sonradan değişmeye başlayacağını nereden bilebilirdim ki..

Arkadaşlık, fedakarlık, hayal kırıklıkları, sigara, aşk, ben olmaktan uzak bencillik, çıkar ilişkiler, dedikodu ve yazmakla sinir olduğum buna ve birbirine benzer onca şey.. yürüdüğüm yollarda duymamak için kulağımı kapadığım gerçekler, asla kabul edemem dediklerim, pişmanlıklarım ve pişmanlıklarıma pişmanlıklarım, hemen hemen hepsinin tek ve bilinen en doğru yaklaşımını da kabul etmeye başladım yine yavaş yavaş, gerçek.. yaşamımda birbirine benzer olan farklı ilişkilerimin tek bir adı ve anlamı varmış oysa, gerçek -gerçekten gerçek-

İstemediğim halde aklıma geliyor yine geçmişim ve komiktir, kendimi hapşurduktan sonra çok yaşamışım gibi hissediyorum aklıma her geldiğinde geride bıraktıklarım.. bunu yazarken bile yüzüm kızarıyor aslında, "ne bıraktın ki sen geride durmadan aklına geliyor böyle" diye! acıdır söylemesi kadar yazması da, ama bakıyorum ki her şey, kabullenmediğim gerçeklerden ibaret.. meğer ben kendi içimde bir dünya yaratmışım ve orda benim kurallarım geçerliymiş!

Hangi dünya, hangi kurallar ve hangi gerçekler? olmayan ve tıpkı okuduğum bir yazarın sözü gibiydi benim dünyam, "hayalle gerçek arasında bir düş" ne gerçeklere kaptırmak istiyordum kendimi ne de düşündüğüm kadar hayalperest olmak istiyordum.. kendimi anlatamamaktan mı korkuyordum yoksa, rahat olamayışımdan dolayı mıydı yanlış düşüncelere maruz kalmak, benim korkularım? evet, itiraf ediyorum yıllar yıllar sonra, tamam korkuyordum!

Korkuyordum ve korkularımı da yaşıyordum belki ama yalnız değildim.. kendimi anlattığım bir ben daha vardı bende! yaşadıklarımı, düşüncelerimi, gözlemlerimi, hayallerimi ve hayata dair ne varsa farkında olan bir ben'le paylaşıyordum her şeyimi.. o bana her şeyin doğru olanını yapmamı söyleyip duruyordu, kabul edilebilirliği genellik taşıyan bir gerçekliliği vardı söylediklerinin, ama ben başına buyruk bir çocuktum.. o ne söylerse söylesin, ben yinede bildiğimden geri durmuyordum...

Halledilebilir herhangi bir işi yapman için geçerli bir süren varsa, bu süreyi kimileri erkenden değerlendirir, kimileride sonuna kadar kullanır ve son dakikada halletmeye çalışır, başını ağrıtır ve sona da kalsa bitiriverirler, çünkü olması gereken her şey er ya da geç, bir gün mutlaka gerçekleşir! gerçekleştide..

Şimdi hayat denen o sonsuzluk karşısında izin vermediğim, izin vermediklerim yanıbaşımda.. yaşamayı öğrendim onlarla, yanlışta olsa, ayıpta olsa, ayıplansam dahi, hatta ve hatta bana terste olsa anladım ve yürüyorum durmadan.. arada geliyor aklıma geride kalanlar, sonbahar günlerinde havanın buluta çaldığı zamanlarda hafif bir titremeyle denize bakıp çayımı yudumlarken aklıma getirmek istemediklerim aklıma geldiği gibi, gülümsüyorum sadece ve sadece zamanı değilmiş diyorum, şimdiye saklıymış gülümseyebildiklerim ve gülümseyebiliyorsam bugüne aitmiş yaşadıklarım, mutluyum..

Başımın Belası

Girişine karar vermekte zorlandığım bir yazımın daha başında olmak, bana yazmaktan başka çarenin olmadığı zamanlarımı bir kez daha anımsattı.. geç kalmış olabilirim ama yazmak için tam zamanı deyip, parmaklarımdan destek almak beni daha şimdiden rahatlatmaya başladı bile..

Nerden aklıma geldi yine unutmak isteyipte hergün anımsadıklarım ve her yinelenişinde ders almakta kafamın basmadığı geçmişim? Sanki olup biten her şeyin bir sırası varmış gibi ve sanki bu sıralamada mola yokmuş gibi geliyor bana. Her şey birbirinin aynı ama bir o kadarda farklı. Farklı olması mı beni aynı hataya sürükleyip duruyor devamlı? Neden güvenemiyorm ben kimseye ve neden güvencemin olmadığı konusunda her seferinde haklı çıkıp hayıflanmaktan vazgeçemiyorum ben? Sitem ettiğim soruların aynını kendime sormaktan ve aldığım cevaplardan yetinmekten uzak kalmak, kendime kızmak ve sessiz kalmak için yetiyor her seferinde.. İçimden sadece arkadaş demek geldiği bir kardeşimin söylediği söz, daha doğrusu kahredip susturduğum o söz, "doğruluna inandığın şeyleri kabul etmemek, sana senden kaybetirmekten başka bir kar bırakmaz" peki neden izin ver(e)miyorum ben buna? Korkuyor muyum yoksa? İyi ama neden? Neden doğru bildiklerimden uzak kalır oldum? Hep mi böyleydim, yoksa bu yeni mi? İşte sonuç ortada, telafisi çok zor bir sonuç, yarım kalmış tamamlanması zor beraberlikler ve birde kaybeden, yani ben..

Aslında her şeyin başladığı yerdeyim, yani başlarken olacakların kapımı çaldığı evin yamacından seyrediyorum yaşadıklarımı.. eğer içimden geldiği gibi yani inandığım şeylerin doğruluğunu, hissettiklerime yoldaş etseydim eger, şimdi bu içimi kemiren duyguyu hissetmezdim. İnsan geçekte güzel gördüklerini mi yaşar, yoksa güzel olanı mı tercih eder? Veyahut şu şekilde sorayım, insan yaşadıklarını mı güzelleştirir ve güzel olana yönelir, yoksa sahte güzelliklerin ardında mı arar mutluluğu? Tüm bu soruların doğru olan yanıtlarının değilde, yanlışlarının yanında yardımcı rol oynamak, benim bu yazımın en temel nedeni aslında..

Bana göre bir insana kimse kolay kolay ya da dolaylı olarak zarar veremez.. İnsan kendinden başka, kimsenin kendine veremeyeceği zararları verir.. ve bende kimsenin bana, benim kadar zarar veremeyeceği zarardan aldığım hislerimi yazmaya koyulduğum, uzun zamanki bu ilk yazımda, başarılı olamasamda, kendimi iyi hissettiğim ilk anda bunu düzelteceğimden eminim.. Bunu bilmek her şey için yetiyor aslında bana, buda inandığım doğrulardan kendime tek itiraf edip kabullendiklerimin arasında olanlardan..

Bir arkadaş olarak sadece şunu söyleyebilirim; eğerki bu hayatta sevdiğimiz kişileri önemsiyorsak, bunun nedeni kendimizi önemli görmemizden kaynaklanıyor. Eğer biz olmasaydık, sevdiklerimizi önemli kılan bir şeyde olmazdı, biz varız ki onlar önemli.. Yani sonuç olarak, önemli olan biziz, sevdiklerimiz sadece önemli olamaya yetirdiklerimiz, hepsi bu..

Taşındım..

Yeni ve olmasını istediğim şekilde bloğumu düzenliyorum.

Önceki yazılarımı da yerleştiriyorum ve yepyeni senaryolarımla yazmaya devam ediyorum -edeceğimde-

Mehmet KÖSEKUL

Gidiyorum, Bütün Aşklarım Nerde, bilmiyorum..

Şarkılar anlatırmış ya duygularını insanların, benimkine yardımcı olduğunu söylemek istiyorum..

Sekiz yılı gurbette bugün sonlandırıp, akşam ait olduğum yere doğru gidiyorum, içim bir garip, kimsesiz bir gariplik var içimde.. Geride bıraktığım bu yıl, geride bıraktığım yıllarımdan çok farklı oldu benim için, çok şey kazandım diyebilirim ya da çok şey kaybettim.. kaybetmek bana bu kez üzüntü vermedi, kaybettiklerime üzüldüğümü düşündüm biran..

Bazen insan kaybettiklerine, üzüldüğünden çok seviniyor sahip olmadıklarına ve kaybetmeyeceğini bildiklerine. Bu düşünce adımlarımı daha da sağlamlaştırıyor. Genel olarak, şöyle bir geriye bakıyorumda bu yıl yaşadıklarım, önceki yıllarda yaşadıklarıma çok benziyor belki ama, yaşadığım bu benzerliklerin hepsinden çıkardığım sonuç - umuyorum- bu benzerliklere birdaha yer vermeyecek. Anladım ki hasret yeni bir aşkı bulana kadarmış, anladımki insan doğruyla yanlış arasında sıkışıp kalmatan uzak olmak için yer yer Hayır'lara da yer verebilmeliymiş, anladım ki insanları anlamaya çalışmak kendin için yapabileceğin en zor şey ve insanlar için değiştirilmesi zor olan durumlardan birisiymiş. Kendi haline bırakıp insanları, sadece tanıyamaya çalışman bile, hem yeterliymiş hemde daha karlıymış.. Anladım ki her insanın kabul etmediği çıkarları varmış, iyi ya da kötü.. Değişmez ve değişken olanı farkedip kendini bulmaya çalışmaktan daha doğru bir şey olmadığını da anladım. Kimsenin beni anlamadığını düşürken, kendimi anlamanın başkalarının beni anlamasından çok daha zor olduğunu anladım. Zaten eğer kendimi anlamaya çalışsaydım en başından bu yana ve kendimi bulmak için yorulsaydım kimseler için yaptığımın çok azı kadar, o vakit; yalnız, güçlü, mutlu ve başarabileceklerimi anlamam, benim esas sahip olmam gerekeni bana vaadedebileceğinin farkına varırdım. -azda olsa vardımda-

Ve anladım ki AŞK'ı tek kişilik yaşamak, paylaştıkça çoğalacağını düşündüğümden daha fazlaymış.. zorda olsa bazı şeyleri insan kendine saklayabilmeliymiş. Önemini hiçbir zaman yitirmemesi için olması gerekenlerden biri de buymuş - benim düşüncem- Şimdi gidiyorum, hayalini kurduğum aşklardan uzak - ya da yakın- ait olduğum yere gidiyorum.. Kendimi hiç olmadığım kadar güçlü, başarılı ve kararlı görebiliyorum bukez..

Sevdiklerim ve beni sevenler hoşçakalın, su akıyor ve ben gidiyorum..

Şans dedikleri şey

Hatırladığım tüm ödevlerimi hep en son güne bırakmışımdır ben.. ilki de öyleydi en sonuncusuda.. arkadaşarım sorumsuz olduğumu ama şansımdan dolayı bi şekilde halledebilmeme çokda fazla bir anlam veremediklerini söyleyip duruyorlar.

Söyledikleri kadar sorumsuz biri değilim aslında ben. Sadece halledebileceğimi biliyor olmanın verdiği rahatlığı anlatamamaktan kaynaklanıyor benimkisi.. gerçi bir işi halledeceğimi bilmek, halledeceğim işlerimin en büyük engeli olduğunun farkında olduğumu bilmekte ayrı bir durum ya, söylemek istedğim bundan farklı bir şey.. gerçekten duyduğum, bildiğim ya da bilmediğim, bana söyledikleri şans dedikleri bu şey neydi gerçekte?

Elbette bunun edebi bir tanımı vardır ama ben kendimde bulduğum, anladığım ve söylemek istediğim tanımı yapmak istiyorum.. bana göre şans, aslında olması gereken durumdan başka bir şey değil.. yani sanki planlanmış bir senaryonun içerisinde yer alan ne varsa, önceden belirlenmiş olan hemen hemen her şeyin hayatta uygulama yeri bulabilmesidir.. eksikliğinin farkındayım söylemek istediklerimin, ama içimden şimdi daha fazlasını yazmak gelmiyor..

Bugün ilk defa, bi ödevimi yapması için önceden rica ettiğim arkadaşımın, talihsiz bir kaza yapmasının verdiği hissi, onların bana söylediği gibi sorumsuzluk olarak adlettirdim.. belki arkadaşımın söylediği an yapsaydık ödevi, kimbilir bugün Söngül beli incitmeyecekti.. Aslında şans dedğimiz şeyin bile bugün olan bu olaylada bir alakası var.. "kim bilebilir" diyoruz ya arasıra, bilmediğimiz ne varsa, yaşadığımızda farklılığını dışardan görenlere hoş geldiğinden belkide gözlemleyebildiklerini kendi adımıza şansı görebiliyor olmaları.. bana görede arkadaşımın saçlarının olması onların şansları, ona görede benim derslerime karşı sorumsuz gibi gözüküp, buna rağmen üstesinden gelebiliyor olmamda bende gördükleri şans..

Demem o ki aslında bana göre her şey olması gerektiği gibi, esas üzerinde durulması gerekense neyi ve neden yaşıyor olmamızdan yana düşündüklerimizden elde kalanlar.. şans dediğimiz şeyse sadece bizim onu, o şekilde tanımlamamızdan kaynaklanıyor..

"Hayır" deme İhtimalim

Kendimi bildim bileli ve kendim gibi bildiğimden buyana arkaşlarımı, kimseye üstelikte hiçikimseye HAYIR dediğimi hatırlamıyorum.. çok sıkıntısı çektim ve çok az karını gördüm bunun.. Önceleri hiç farkında değildim sonra, günün birinde Kayseri'de EVET'lerimin biriktiği bir gün arkadaşımla sohbet ederken farkına vardım bunun. Baya oldu, gerçi o günden bu güne değişen çokda fazla şey olmadı..

Hani bir hikayenin -sıradışı- en başından ele almazsanız konusunu, ya da baştan sona sürükleyici bir süreci içeren bir filmin sonunu bekleyene kadar izlemezseniz, anlayacağınız çokda fazla şey kalmaz ya size, işte buda biraz ona benziyor.. Kendimi yine böyle bir sonun kucağında bulduğum bu günlerde de farkına vardığım acı -değil- gerçekten aldığım izlenimlerimi kaydetmek için oturdum masa başına bukez..

Şimdi düşünüyorumda, acaba diyorum evet dediğim insanların yanıma olmayışının en büyük nedeni, esasında olması gereken doğru'nun gerektirdiği hayır cevabımı vermediğinden mi kaynaklanıyor bu durumum? Aslında öyle..

Birde işin garip tarafı bildiğim, hatta bilinen gerçeklerin bilindiği evet'lerimde gizlenen yanlarını görmezlikten gelip, sadece karşımdakinin istediğinin olmasına yardımcı olmamdan ibaretti her şey.. yoksa, kim olursa olsun yapılması zor bir durumu kolaylaştırmaktan ibaret saydığını biliyordu, o karşımdaki her kimse! Bense, sadece kendimi iyi niyetli, birazdan fazlaca da beni iyi tanısınlar kanısına sığınarak yaptım, her ne yapmışsam. Onları yani kim olduğunu bildiğim insanları kaybetmekten korktuğumdan mı böyle yaptım yoksa benimde onların evet'lerine bir gün gelirde ihtiyaç duyarım edasıyla mı yaptım, bilemiyorum..

Bazen bu ve buna benzer düşüncelerimin hepsi, biranda çözüme ulaşmak için birikiveriyor kafamda, sonrada aklım hepten karışıyor, toparlamam güç oluyor..

İyi ve Kötü olmak mı daha zor, yoksa doğru ile yanlış olmak mı diye soracak olsalar şimdi bana, iyi ve kötü olmak, doğruyla yanlış arasında kalmatan çok daha kötü derim.. Halbuki olması gereken yani benim istediğim ve bekediğim en önemli şey, karşımda ya da yanımda kim olursa olsun, beni ben olduğum için kabul edebilmeli. Hayır'larımla, evet'lerimle ben bir bütünüm, parçalanamam.. ya zaten hani dedim ya, bunların hepsinin böyle olması gerektiğinin farkında olmama rağmen halen neden bu kararsızlık, neden bu gelgitler..

Her şeyi biliyorum madem, bunuda biliyorum, korkuyorum -korkmuyorum- kaybetmekten ya da yalnız kalmatan korkardım önceleri, ama şimdi aklıma bile gelmiyor kaybedebileceklerim.. eğer kendimi önemli görebiliyorsam -ki öyle- inanıyorum ki neresi olursa olsun, isterse dünyanın öbür ucu olsun, orda da kaybedeceklerimden çok sahip olduklarımın farkında olmak bana HAYIR diyebilme hakkını tanıyor.. Çocuktum, saftım belki önceleri ama kendimin ve yeteneklerimin farkındayım.. bana uyuyorsa evet, uymuyorsa hayır diyebiliyorum artık -yazmaya başlamadan önce bile-

"kendime güveniyorum" derken bile bunu yazmak bana güven veriyor, inanıyorum kendime ve ben, benim HAYIR diyebilme ihitimalimi seviyorum..

Kendini Düşünmek

En başından buyana anlatacak olsam baya zamanı alır, ama ben yinede azda olsa biraz mazide yolculuk yapmak istiyorum.. İlk defa kendim için bir şey yapmak istedim, hemde çok.. belkide kendim içi kendimi düşündüğüm ilklerden en önemli olanıydı bu isteğim, ama omadı -istediğim gibi olmadı, istemediğim gibi oldu- zaten farkediyorumda, ne zaman kendimi düşünmeye kalsam, bi aksiliktir hep sarıveriyor etrafımı. Üstelikte bu aksilikler beraberinde pişmanlıklarımıda getirir ve her şey için çok demek için bile çok geç olur.. yeniden başlayabilirim, yeniden ve yine her şeye olup bitenleri unutarak hemde. Ama nedendir bilinmez ne zaman denemeye kalsam bunu sonraları farkediyorumda hepsi birbirine benzer şeyler farklı bir biçimde hayatımda yer edinmeyi becerebiliyorlar ve beceriyorlar beni..

Yeni yeni son buldu deyipte aynanın karşısına her geçtiğimde düşünür oldum artık "kim ya da kimler için döktüm bu saçları? kim kaldı yanımda sona geldiğimde? nerde kaybettiklerimi önemsemeden kendimden çok şey verdiğim insanlar? neden yalnızım şimdi? sadece yeteneksizliklerinden dolayı mı beni yanlarında görmekten mutluluk duydular, yoksa hayatlarını kolaylaştırmak için mi tercih ettiler beni?" bu ve daha yanında buna benzer tonlarca soru. Hepside tek, aynı ve değişmeyen değişimi hatırlatan cevapla yüzyüze bırakır oldular beni; "onlar yalnızca kendilerini düşünüp geçimlerini sen ve senin gibi insanların hayır diyemedikleri o çok hassas yanlarını kullanabildikleri için yanındalardı. Yalnız olduğuna hayıflanma sakın, bunu sen seçtin. Senin onlardan arta kalan çok fazla yanın yok, farkında olmamak senin suçundu, geç farketmende yine sana ait. Sen izin verdiğin için böyle oldu. 'Yanımda kimse kalmadı' deyip suçlaman hem yersiz hemde tanınmayan bir hak senin için başkalarını suçlamak."

Severek dinlediğim Candan Erçetin'in şarkısını hepimiz biliriz, "onlar yanlış biliyor kimsenin suçu değil, bu benim suçum".. İşte bende bugün bunu yaşadım. Yazılacak çok fazla şey olmasına rağmen hisleri anlatmak zor, çok zor.. Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler tek bir söz bile söylemeye hakkım yok belki ama, ne yapmam gerektiğini iyi biliyorum.. hayatta her insanın bir B planı olmalı bence. Bu kez bu planda benden başka kimsenin olmadığını bilmek, beni önce güçlü yapıyor sonrada beyaz bir sayfada başladığım andan, yazdığım sona kadar, yazdığım busondan çok daha güzel bir bitime yaklaşacağımı bilmek, beni olması gereken kadar mutlu ediyor.

Ne söyleyebilirim ki, iyi ki varım..

Merhaba

İlk blog köşem, kendime ait ilk yazım bu.. hani ilkler unutulmaz derler ya -bana görede öyle- bende bu ilk yazımda, blok köşelerinde okuduğum yazılara benzer ama onlardan güzel olsun istediğim için hayli geciktirdim yazımı.. Olsun, her şeye rağmen yazıyor olabilmek yazabileceğim, beğendiğim tüm yazılar adına yepyeni bir zemin oluşturduğunu bilmek beni yeteri kadar örgütlüyor.. MERHABA diyorum ve başlıyorum..

Yaşadığım birçok şeyi her ayrıntısına kadar unutmayan -ya da unutamayan- birisiyim. Hal böyle oluncada nerden başayacağımı bilememek beni geciktirdi. ARKADAŞım Abdullah ÖZCAN'a beni yazmaya, yazdıklarımı paylaşmaya ve yazılanlardan faydalanıp olmak istediğim şeyi bulmaya yardımcı olduğu için, ona karşı teşekkürü bir borç bilmenin üzüntüsünü yaşıyorum.. -diyeceksiniz, yaşama; teşekkür et kurtul- sanata ve güzel olan her şeye hayranlık duyan, tek işi sevmek olan, acı çekmekten yer yer mutlu olabilen, çoğu zaman kendi içinde yalnız, yazdıkça eksilen özelmlerinden mutluluk duyan, detaylarda -piksellerde- güzel olanı farkedebilen ve kendinden başka kimseye güvenemeyen biriyim..

Son olarak, Attila İLHAN'ın Sen Benim Hiçbir Şeyimsin'i tercih etmemin nedenine gelince, adımı görenlerin ne demek olduğunu sormaları bana hemen hemen onlara karşı aynı anlamı içeren birbirinden farklı cevaplar vermeme neden oldu. İşin özünü düşündüğüm nokta şu aslında; Sen Benim Her Şeyimsin'i çok gizli bir biçimde içerip bunu farkedebilenlere sığınabilecekleri bir liman sunuyor olması ve beraberinde özleme de yer vermesindendir belkide, tercihim sen benim hiçbir şeyimsin olması -bu arada bu tanımda öbürlerinden farklı oldu ama aldınız mesajı-

Yazdığım bu blog köşesinden habersiz kaydettiğim notlarımdan birinde -yeni başlamıştım- şu şekilde sonlandırmıştım düşüncelerimi; bütün bunların devamı, beynim ve tenim var oldukça devam edecek bu köşede..
Related Posts with Thumbnails